Bir gün bir mucit varmış. Sihirli bir hap bulmuş ama tabii ki bu hapın bir bedeli varmış. Neyse, masalımıza geri dönelim. Bu hap, insanı büsbütün özgürleştirirmiş. Hayatın korkularından, takıntılarından ve en önemlisi kaygılardan insanı uzaklaştırırmış.
Bu hapı duyan herkes ondan yararlanmak istemiş ama nafile… Mucit, bir gün bu hapın iyi bir şey olduğunu ama aynı zamanda bir bedeli olduğunu anlatınca hiç kimse hapı almak istememiş. Düşünsenize; hayatın tadını çıkarmayı sağlayacak, sonsuz mutluluğun kaynağı olacak bu mucize kabul edilmemiş. Çünkü onlar için bedel çok önemliymiş. Bu hapı kullandıklarında kaybettikleri şey, onların ekmek parası kazanmalarına sebep olan şeymiş. Yoksa açlıktan ölürlermiş, malum, ekmek aslanın ağzında…
Derken bir gün birisi çıkmış mucidin karşısına ve bu hapı içmek istediğini söylemiş. Mucit ona her şeyi tek tek anlatmış ama adam inanmamış. Mucidin sözünü ettiği şey ona göre olsa olsa hapı kötülemekten başka bir şey değilmiş. Böylece hap kendisine kalacak ve o içecekmiş.
Oysa bilmiyormuş ki mucidin bu hapa ihtiyacı yokmuş. Çünkü o aslında bir bilgeymiş. Hayatın sırrını zaten biliyormuş. Bu bedeli ödemeden özgürce yaşıyormuş. Fakat bilgeliğini kimselere anlatamayınca böyle bir yöntem bulmuş. Amacı insanlara yarar sağlamakmış. Ona kalsa, insanların bu bedeli ödemeden de mutlu olmaları mümkünmüş ama insanlar bunu beceremiyormuş.
Neyse, hapı içmek isteyen adam o kadar canından bezmiş ki hayat onun için bir çileye dönüşmüş. Çare ararken şansı onu mucitle karşılaştırmış. Çok çalışıyormuş ama hayatın anlamına varamıyormuş. Ruhu bir türlü bedenine ulaşamıyormuş. Son çare olarak hapı içmeye karar vermiş. Ve içmiş… Bedeline katlanarak.
Bu hapı içtikten sonra işlerini aksatmaya başlamış. Günlük sorumluluklarını yerine getiremez olmuş. Bir gün işçi olarak çalıştığı yerden kovuluvermiş. Önceleri korkudan tir tir titremiş. Elinden hiçbir iş gelmez olmuş. Parasız kalmış, açlıktan öleceğini düşünmüş.
Derken bir gün rüyasında ona ilham gelmeye başlamış. Uyanınca yazıya dökmüş; şiirler yazmış, besteler yapmış. Kendisi bile buna inanamamış. Hayatın “kölesiyken” birdenbire sanatçıya dönüşmüş. Demek ki bu fıtratında varmış. Ne diye kendini sıkmış, boşa kaygılanmış? Meğer anksiyete ve gerginlik boşunaymış. Artık hayatın tadına varıyormuş. Parasını da bu yolla kazanır olmuş.
Sonra bilge adam okuyucuya şöyle seslenmiş:
“Hayatta risk almak gerekir. Bu hapın sağladığı şey aslında buydu. Onu sağlıyordu çünkü zekâya doğrudan etki ediyordu. Aşırı zekâ insanı kaygılı ve korkak yapar, risk almaktan alıkoyar. Oysa hayatta önemli olan zekâ değil; ilham, cesaret ve öngörüdür. Einstein bile ‘Hayal gücü bilgiden daha önemlidir. Çünkü bilgi sınırlıyken hayal gücü tüm dünyayı kapsar’ der. Zekâ, bilgi edinmek ve bilgiyi kullanabilmek içindir. Bilgi sınırlıdır. Ama hayal kurmak sınırsızdır ve yürekle bağlantılıdır. Yüreğinin sesini dinleyen, cesur ve öngörülü olan sonunda kazanır.”
Saygılarımla
Güzel bir yazı. Kendimi buldum tabii hapı yutan biri olarak
Öyleyse ne iyi bana. Çok sevindim değerli okuyucu.