Olumsuz Davranışlarımızın Arkasındaki Bir Sır

     Aklımıza gelebilecek her olumsuz ya da alışılmışın dışındaki davranışın altında yaralarımız var. Biz buna ‘’Travma’’ diyoruz ama bence esası ‘’Yara’’. Ayrıca Dr. Gabor Maté ’nin yazdığı “Normal Efsanesi’ne” göre canımızın yanmaması için bu yaralarımız genellikle bir yara dokusu ile kapanır. Dr. Gabor Maté  kendi hayatından örnekle bir yaraya sebep olan travmanın aslında nasıl olumsuz bir davranışa yol açtığını çok güzel bir biçimde anlatır:

            Yazar bir gün yabancı bir ülkede yaptığı konuşma gezisinden sonra kendi memleketine dönerken bindiği uçakta yaptığı konuşmanın başarısını düşünür. Yaptığı konuşmanın başarılı geçmesi ile keyiflenen yazar uçak indiği sırada eşinden gelen mesajla sarsılır. Mesajda ise:’’ Üzgünüm. Henüz evden çıkmadım. Hâlâ gelmemi istiyor musun?’’ der yazarın sevgili eşi. Yazar bu duruma sinirlenir tabi. Sonrasında sinirli bir şekilde ‘’Boş ver’’ diyerek içinden geçiştirir. Daha sonra ise eşine karşı öfke nöbetine tutulur.

          Yazar daha sonra bu olumsuz davranışın kökeninin farkına varır. Annesi o daha bebekken 2. Dünya Savaşı sırasında bebeğiyle İsviçre’nin koruması altında bir binaya yerleşir; fakat kaldığı binadaki yaşam koşullarının yetersizliğinden oğlunu başka birine emanet etmek zorunda bırakır. Sonra ise tekrar bebeğini kucağına alır. Bu sayede hayatta kalır ama bir süre boyunca annesinin suratına hiç bakmaz.

        İşte bu olay o olumsuz davranışa neden oluyor. Çünkü eşinin yaptığı, ona bebekkenki yaşadığı ‘’İhaneti’’ aklına getiriyor. Fakat yazar en sonunda şunu söylemiyor: ‘’ Bunları Hitler yaptı’’. Tam tersi ‘’Sorumluluk alınabilir ve alınmalı’’ diyor. Çünkü aksi halde, her zaman kötülük yapmak için haklı bahanelerimiz olurdu, değil mi?

Uncategorized kategorisine gönderildi | Yorum yapın

Görgüsüzlük

Neden daha azıyla doyamıyoruz hayatta? Her aldığımız şey sınırsız ücretsiz olsaydı, insanlar açgözlülükten hiçbir şey bırakmazlardı tezgahlarda… Bu özellikle  lüks otellerdeki  açık büfelerde geçerli.  İnsanlar nasıl olsa sabit fiyat sınırsız hayat der gibi yiyecek dolduruyor tabaklarına…
Hayvanlar bile ihtiyacı kadar avlanıyor doğada. Bizim gibi aç gözlü değiller yani…
Bir de biz insanlar bu yediklerimizi hazmetmemiz için mide asidini etkisizleştiren çiğneme tabletleri (Antacids olarak geçiyor tıbbi literatürde) çiğniyoruz. Çatlasak da patlasak da gene de doymazdık. Dünyayı, gezegenleri isterdik biz insanlar olarak bu sefer… Dünyada savaşlar bundan dolayı var ya… Hepsi bilgisizlikten, hepsi açgözlülükten hepsi de görgüsüzlükten…Çoğu da çocukluk yaralarımızdan kaynaklı…
Bu yarayı dönüştürmek esas mesele.. Ondan kötülük yaparak beslenmek değil…

Bir de açık büfelerde aman çantaya yemek koyayım da sonra yerim der gibi başka bir görgüsüzlük de var… Yok bir de yağmala büfeyi… Daha neler!

Siz bu konuda ne düşünuyorsunuz? Yorumlarınızı bekliyorum:)

Uncategorized kategorisine gönderildi | Yorum yapın

Zekanın Fazlası Hayatta Bir Engel mi?

Bazen bazı anlarımız olur. Karar veremeyiz. Düşünürüz düşünurüz. Senaryolar üretiriz. Yani öyle senaryoardır ki gerçekleşme olasılığı sadece %1 bile değil ama gene de bir türlü eyleme geçemeyiz. Kırkayağın hikayesi vardır bilirsiniz. Kırkayağa sormuşlar: “Sen nasıl yürüyorsun?” Kırkayak düşünmüş ve bir daha yürüyememiş. Benim de böyle bir anım var. Hatta bir çok anım oldu diyebilirim; ama en önemlisi geleceğimle ilgili kendi sınırlarımı çizebileceğim hayati bir kararda oldu. O andan sonra da hiçbir şey eskisi gibi olmadı ama bu daha iyisi olmayacak anlamına gelmez tabi, pes etmedikten sonra hayatta… Her zaman şansınız vardır. Hayat uzun. Daha fazla eylem yapabileceğimiz kadar uzun hayat ama ömürler hayatı düşünecek kadar kısa…

Sevgilerle…

Uncategorized kategorisine gönderildi | Yorum yapın

Hayatta Gönülden Bir Şeyi İsterken Pes Etmemeli miyiz? (2)

Bir mağazaya girdim ve vitrindeki bir gömleği çok beğendim. Maalesef o gömlekten mağazada kalmamıştı. Sadece vitrinde modelin üstünde vardı ve ben de oradaki elemana vitrindeki gömleği alabilir miyim diye ricada bulundum. Eleman ise: “Maalesef. Bunu yapmamız yasak. ” dedi. Ben de diğer elemana rica ettim. O da: “Spot ışığında bu gömlek solmuştur bile. Hem bunu yapmamız yasak.” dedi. Sonra ilk sorduĝum elemanla karşılaştık ve dayanamadan söyledim: ” Bu gömlegi de çok sevmiştim…” İşte o an eleman: ” Tamam Online dan bakalım.” dedi ve ” Maalesef Online’dan da tükenmiş.” Ben de: ” Başka bir yolu yok mudur acaba?” dediğimde bana: “Bir dakika bekleyin.” dedi ve oradaki bayan elemanla konuşup döndü ve dedi ki: ” Normalde bunu kimseye yapmıyoruz ama size yapacağız…” Ondan sonra da gömleği aldım.

Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? Yorumlarını bekliyorum…

Uncategorized kategorisine gönderildi | Yorum yapın

Hayatta Gönülden Bir Şeyi İsterken Pes Etmemeli miyiz?

Malum bilirsiniz Eczacılık Fakültesi biraz ağırdır ama hukuk gibi degildir bana göre:). Çok zor zamanlar yaşadım. Hastalandım. Bana yap denilen şeyleri yapmadım ve bu beni kurtardı belki de. O kadar zor bir dönemdi ki kelimelerle anlatsam yetmez… Bir yandan da hayallerim için ve geleceğim için çok çalışmak zorundaydım. Diğer yandan da ailemin bana dayattığı korkuları, evhamları ve yapamazsınları yenmek zorundaydım. Hem ölümle imtihan olundum hem de dekanla ve akademisyen hocalarla ilişkilerimin kötü gittiği oldu. Hepsi bir tek şey içindi: Pes etmemek ve hayallerimi gerçekleştirmek. Tabi ki de bu ilk adımlar bir işe yaramadı. Hatta daha kötü oldu her şey… Rektörlüğe dilekçe yazma işi hiçbir işe yaramadı… Neyse devam etmeliyim. Hastalandıktan önce ve sonra bir tür lanet gibi olaylar silsilesi (access consciousness ve NLP gibi caresizlikten denediğim tekniklerdi ama bedeli cok ağır oldu) meydana geldi… Hatta online sınavlara girerken evdeki elektriklerin kesildiği bile oldu yani o kadar şanssız bir dönemimdi kısaca ama PES ETMEDİM. Yüreğimi delice yakan keşkelerim oldu. PES ETMEDİM. Ağır depresyona girdim, sadece uyumak ve sınavlara girmek istemediğim oldu. PES ETMEDİM. İstedigim notları alamadığım oldu. PES ETMEDİM. Ailemin baskısı oldu. PES ETMEDİM. Psikoz dendi. PES ETMEDİM. O an sadece annem umut veren kişi oldu ve bana dedi ki:” Oğlum pes etmeyen kazanır hayatta…” Ben de o umutla çok çalıştım. Zihinsel yorgunluğum bazı zamanlar günlük çalışmaya fazla izin vermese de çalışamadığım zamanlar sınavdan bir gün önce geceleri saat 5 gibi kalkıp sabahın ilk dersine kadar çalışıp ona rağmen derslerime katılıp sınavlarıma girerdim. Gerektiğinde de sonraki dönemler alttan ders aldım ki kötü olan notlarımı daha iyiye çekebilmek için. Sonunda ise fakülte birinciliğini kaptım ama hala beklemedeyim… Umudumu asla kaybetmedim…

Uncategorized kategorisine gönderildi | Yorum yapın

Kendi Değerin mi? Başkalarının Gözünde Değerin mi? Hangisi daha Önemli?

Çok küçüktüm. Sınıftan arkadaşlarım benimle dalga geçerlerdi. Çok alınırdım. Çok kırılırdım. İçime atardım. Ağlardım. Tabi en sonunda anneme anlatırdım. O an gerçekten anlatmak istediğinin ne olduğunu anlamadığım bir söz söylerdi: ” Oğlum sen hayatının merkezine BAŞKALARINI koyuyorsun. Hayatının merkezine KENDİNİ koymalısın.” Ben tabi hayattan o dersi çıkarmadığım için saçma gelirdi bu söz ama ben bu uyarıyı şimdi anlıyorum arada gene aynı ufak hatalar yapsam da…

Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Yorumlarınızı bekliyorum.

Anekdotlar kategorisine gönderildi | , , , ile etiketlendi | Yorum yapın

Hangisi Daha Kârlı? Üniversite Mezunu olmak mı? Girişimci Olmak mı?


Bence bu yüzyılın en önemli işi (neredeyse o kadar önemli oldu ki hayatımızda okuma gerektirmeyen bir meslek olarak sayılabilecek nitelikte) GİRİŞİMCİLİK. Ne okursan oku iyi bir girişimci olmadıktan sonra hiçbir anlamı yok… Üniversite mezunları sürünüyor resmen. Kendi işini kuranlar da patron oluyor… Nerede adalet acep? Bir tanıdığım şöyle dedi: ”Ben ilkokul mezunuyum ( belki de ” Bile değilim” dedi. Hatırlamıyorum ama yorumu daha sonra size bırakıyorum:) ). Bir işletmesi var ve dedi ki: ” Altımda üniversiteliler çalışıyor…” Gerisini siz düşünün artık… Hatta şunu da ekledi: ” Senin ilkokul tuvaletinde geçirdiğin vakti ben ilkokulda geçirmemişimdir”

Yorumlarınızı bekliyorum. Ne düşünüyorsunuz?

Uncategorized kategorisine gönderildi | Yorum yapın

Özlü Sözlerim

“Arılar da çok çalışır ama ballarını insanlar yer. Eğer gerçekten çalışmak istiyorsanız gönlünüzden geçen işi yapın ki o işin ustası siz olun. O zaman bu iş, kaymağınızın sadece sizin yiyeceği bir iş olur.”

-Yaralı Şifacı

“İnançsızlık umutsuzluğa, umutsuzluk ise başarısızlığa sürükler. Size tavsiyem her daim inancınızı koruyun.”

– Yaralı Şifacı

“Kötülük eninde sonunda iyiliğe yem olur, bu da çok iyi misal olur.
Ya da en iyisi, iyi kendi kuyruğunu ısırır çok iyi gözlemci olur. En sonunda iyiliği yönetir, kötülüğe hakim olur. Bu da iyinin kendi kaderi ile kendi hayatını dönüştürüp kendi elleriyle uğradığı benzer kötülükleri dünyada def etmesiyle olur.”

– Yaralı Şifacı
Uncategorized kategorisine gönderildi | Yorum yapın

Zincirlerine Bağlanmış Bir Kadın veya Adam… Yoksa O Sen misin?

Hani meşhur neredeyse yarım asırlık bir şarkının klibi var insanları aşk yüzünden zincirlere bağlayan (Sözleri ve bestesi Özer Şenay’ın, ilk seslendirenin Erkin Koray olan bir şarkı ve sonra milenyumdan sonra yayımlanan o meşhur Funda Arar’ın yorumu ve klibi olan bu şarkı). Bence bu analoji çok doğru ama kliptekine nazaran tek bir fark var: Bu hayatta bu benzetmenin konusu sadece aşk değil. Kariyer. Bu yazımda sadece bu açıdan değerlendireceğim. Bu zincirler aslında bizim potansiyelimizi gerçekleştirmemizi engelleyen zincirler. Şu an herkes bu zincirle bağlı ama bu zincirleri kırmak sana bağlı. Ya iradeli olup kararlarına sadık kalarak disiplinle ilerlersin… Ya da ailenin, çevrenin baskısıyla el alem ne der korkusuyla ve kıyaslamalarla sevmediğin bir işi seçersin, kendini tüketirsin ve hasta olup ilaçlara bağlı olursun. Karar senin… Sadece bu da değil…


”Bir derdim var dinleyin EY GÖKTEKİ YILDIZLAR…” İşte kilit nokta burası.. Kendisi o kadar çaresiz ki kendi içindeki ışığa adeta haykırıyor ve isyan ediyor… Neden herkes kendi içindeki ışığa sahip çıkmıyor?… Hah cevabı çok basit… KORKU!. ”Bu işin bir güvencesi yok.” ”El alem ne der?” ”Herkes benle alay eder.” … Sen ahlaken doğru olduğun sürece el alem hiçbir şey diyemez. Bir de yahu sen uzaktan kumandayla o kişiye zincirle mi bağlısın? Seni sonsuza kadar o mu idare mi edecek? Bu sadece geçici. Sana o kişi ne yapabilir ki? Sen içsel olarak ruhun güçlü olduktan sonra… Herkesin bu dünyada bir ışığı var… Yeter ki sen o alanı bul (en zoru bu). O alanda çalış ve çabala (en riskli ve en önemlisi bu) sonunda kendi ışığını daha da parlat… Bu çok basit bir kuram esasında.

Klipte ne diyor? ”Beni benden çalarak kaybolup gitti yıllar…” Değil mi? Burada cümlede iki önemli nokta var. Birincisi ” Beni benden çalarak” kısmı. Siz hiç kendinizi çocukken çaldınız mı? Lütfen bunun için girişteki ”Yaralarımız” yazısını okuyunuz. Bu çocuklukta kendini çalma kısmı kariyerinizi büyük ölçüde etkileyecektir. İkinci önemli nokta ”Kaybolup gitti yıllar”. Peki harcadığın zamana hiç acımıyor musun? Bu hayatta kendin için daha ne kadar yaşayacaksın? Bir de bu kara parçasında sevmediğin işi yapmakla da kalmıyorsun aldığın maaşla da hayatını yaşayamıyorsun bazı durumlarda. Köle gibi çalış köle gibi zamanını harca elde var sıfır. Üstelik hastane köşelerinde sürün anksiyete gibi bir çok ruhsal hastalıktan tut bir çok fiziki hastalığa kadar… Bu da ayrı para kaybı… Kusura bakmasınlar ama bu da bir can… Enayi değil sonuçta… En azından maaşın az olsa bile sevdiğin bir işi yaparak hayatına anlam katmak senin elinde… Öbür türlü bir tür köle…

”Aşk! Aşk! Aşk! Yüzünden…” Sence bu aşk sence ne anlama geliyor? Bence bu Freud’un ilk temelini attığı kızların babalarına, oğulların ise annelere duyduğu aşk ama dikkat bu aşk bazen zehirleyebiliyor… Baylar annelerine duyduğu aşktan ve onları memnun etmek adına kariyer seçimleri yapıyor; bayanlar ise babalarından.. Hep bu aşk yüzünden… Sonunda ızdıraba kul olursun. Tabi ki o zaman sana günler de zalim olur yıllar da on yıllar da…

Sevgilerle…

Yaralı Şifacı

Diğer Yazılar kategorisine gönderildi | , , , ile etiketlendi | Yorum yapın

Giriş:Yaralarımız

Bazen bakıyorum da altta yatan ne yaralarımız varmış bizim. Bunların bütün sebebi ise küçüklükten itibaren ailelerimizden, okul hayatındaki şaklaban çocuklardan ve en önemlisi ilk okul hocalarının aşağılayıcı veya şiddet içerici tavırlarından kaynaklanıyor; ama şimdi esas bombayı patlatıyorum! Esasında hayatta en önemli şey ve bizim hayatta kalabilmemiz için en önemli olgu, o bizim saldırıya uğradığımız benliğimizi korumak! Evet! Çünkü oradan her defasında sen darbe yediğin zaman orası onarılamaz şekilde kan akıtıyor ve hayata 1-0 yenik başlıyorsun. O yaraları, benliğimizi inkar etmek üzere; maddi statü, para, şöhret ile tampon etmeye başlıyoruz. İşte o zaman Allah’ın sopası yoktur dediğimiz, kaderimizi etkileyen olaylar hayatımızda bir motif gibi tekrar etmeye başlıyor. Ta ki kendi kişiliğinle yüzleşene kadar! İşte tam bu noktada eğer yaranı fark edip onu tanımladığın anda anla ki yaran iyileşmeye başlamış demektir. Yani yara kabuk bağlıyor ve değişip dönüşmeye başlıyorsun. İşte tam bu noktada yaralı şifacıya dönüşüyorsun. Başkalarının hayatlarına dokunuyorsun ve hayattaki mükafatını iyileştirdiğin insanlar aracılığıyla alıyorsun. Hani derler ya her zorluktan sonra kolaylık vardır diye. İşte bu o oluyor!

Bizim ülkemizde toplum psikolojisi bu anlamda maalesef iyi değil. Eğer bu yaralarımız farkına varılmazsa, iyileştirilmezse ve buna dur denmezse daha yaralı nesiller bizi bekliyor demektir…

Bunun için önce ailelerden ve eğitim sisteminden başlanmalı. Pedagoji, öğretmenlik…. Bu kavramlara derhal önem verilmeli. Zinciri ne kadar erkenden kırarsak o kadar kendi sonumuzu kurtarırız.

Bazı zamanlar ise biz insanlar olarak bence haddimizi fazlası ile aşıyoruz. Mesela çocuğumuza ya da başka birisine olsun: ” Aklını Kullan!” dediklerini bilirim. Bu bir nevi karşıdaki insanın kişiliğine yapılmış açık bir saldırıdır Buna yanıt olarak: ” Bu benim aklım, kullanmak bana düşer. İster kullanırım, ister kullanmam. Sen benim kullanım kılavuzum musun?” demek kafi değil midir?

Yetişkinliğimizden beri bizim sürekli algımızla oynuyorlar. Neyi iyi neyi kötü olarak seçeceğimizi bazen karar veremiyoruz ve insanların sözlerindeki virüsleri bir hastalık gibi kapma eğilimine sahibiz. Farkında olamıyoruz ama kişiliğimiz bu yönle de yaralanıyor esasında farkına varmazsak… Onun için mutlaka kendi benliğimize sahip çıkıp, ” Algıda seçicilik” yapmamız gerekiyor. Aynı hücre zarının seçici geçirgenlik özelliği gibi biz de her söyleneni kabul etmeyip benliğimizi korumalıyız.

Bu bir nevi bir ülkenin, başka ülkenin sınırlarını nedensiz yere tecavüz edip savaş açması gibi bir şey. Bu durumda saldırıya uğrayan ülkenin kendini savunmaya ve savaşma hakkı gün yüzüne doğar. Biz de bunu örnek alıp, gerektiğinde kişiliğimize yapılan saldırıları kabul etmeyip derhal karşıdaki kişiyi uyararak ve eğer uyarı ciddiye alınmazsa ise de kendimizi savunarak cevap vermeliyiz. Bu bize doğuştan tanınan hakkımız!

Çünkü hayatta insanı ancak kendi kişiliği hayatta tutar. Ona saldırı başka ülkenin sınırlarına savaş açmak ile hiçbir farkı yok. Onla biz nefes alırız, ayakta dururuz, hatta motivasyonumuzu bile ondan alırız. Ona açılmış savaş, senin hayatta kalmanı sağlayan can varlığına savaş açmak demek. Fakat şunu unutmamak gerek. Eğer bu kişi iyi niyetle sizin sınırlarınızı müdahale ediyorsa sakin olunmakta fayda var. Böyle bir durumda derin bir nefes alın. Kalbinizden geçen kararı verin ve o karara sıkı tutunarak SADECE kararı UYGULAYIN! Söz değil EYLEM önemlidir bu hayatta. Yani sevdiğiniz insanlara ne isyan edin ne savaş açın. Bu fark gerçekten çok önemli; çünkü bu insanlar ailemiz veya arkadaşlarımız olabilir. Algıda seçicilik yaparken yıkıcı ve kırıcı olmadan kararı vermek işin püf noktasıdır. Bu püf noktayı uygulamanın kökeni insanın kendisine olan inancıdır.

Sonuç olarak, çocuklukta alınan kişilik travmaları insanın ömrünün sonuna kadar devam ediyor. Her insanın ruhu gerçekten çok kıymetli, muhafaza edilmesi gereken bir öz benliğe sahip. Aynı istiridyenin içindeki inci gibi. Hayatta hiçbir çocuk ruhu yara alıp kendini sevmemek için bu dünyaya gelmemeli. Maalesef, eğer bu konuda önlem alınmazsa, bu yapılan kötülük dünyaya yapılmış bir kötülüğe dönüşüyor. Artık anne babalar bunun farkına varmalı…

Sevgiler….

Yaralı Şifacı…

Giriş kategorisine gönderildi | , , , ile etiketlendi | 2 Yorum