Şüküretmek bizim bildiğimiz gibi değil. “Şükürler olsun” demek içten gelmeyerek, papağan gibi söylediğimiz bir kelimeye döndü maalesef. Şükretmek içten gelmeli. Ağız egzersizi olarak ağızdan çıkmamalı. Bazen küçücük bir şey olur, hayatta şükrederiz. Hiçbir şeyin yoktur, nefes aldığın için şükredersin. Ama bakıyorum, ne kadar çok şeye sahip olursak olalım, bir türlü mutluluğu ve huzuru yakalayamıyoruz. Mavilikler, yeşillikler var ama içinde sen tükenmişsin, nafile. Bunun da nedeni, benim hayat deneyimime göre, biz maalesef kişiliğimizden yara alıyoruz ve bu yarayı, daha fazla lüks eşya, mal, mülk, manzara keyfi, yeme içme diyerek kapatıyoruz. Bir bakıyoruz, gene isyanlardayız; doymuyoruz. Neden? Çünkü hırs batağına düştün. Aynen öyle. Ne alırsan al, ne yersen ye; doymayacak ruhun, o yarayı kapatmadıkça. Ben düşmedim mi hırs batağına? Düştüm tabii. Başka bir şekilde. Meğer hep daha fazlası, hep daha fazlası diyerek gözüm kör olmuş. Hayatımı, kendimi devamlı sabote ederek, kendi ruhumun sesini dinlemeden, gerçekten ne istediğimi inkâr ederek yaşıyormuşum. Bir baktım sonra, sahip olduklarımı da kaybetmişim. Tesadüf mü bu? Tabii ki hayır! Bu dünyaya kendi değerini ve ruhunu anlamak için geldin. Maalesef bunu bir anlasaydık…
*İşte uçurumdan düşüşün ve dipten kalkışın anahtar özeti…
Sevgi dolu duygularla…
Yaralı Şifacı