An Allegorical Story

Once upon a time,

there was a wizard who wanted to punish his experienced apprentice because he was looking down on the others. At first, the wizard thought of a punishment that would teach humility — something that would make the apprentice realize the harm of his arrogance. He even considered shrinking him in front of everyone, so he would feel small like the ones he mocked.

But then, a better idea came to his mind — a punishment that would make the apprentice confront his own ego while also showing fairness to everyone. He hadn’t revealed this plan to the apprentice yet.

Finally, in front of everyone, the wizard said the famous words:
“You’re fired!”

He waited, expecting the apprentice to shrink himself. And indeed, the apprentice reacted just as the wizard imagined. In front of everyone, he said,
“Please, master, don’t fire me. I need this job… I promise I’ll behave better from now on.”

The wizard’s heart felt lighter. The apprentice had already made himself small — not by magic, but through his own words.

The reason I’m telling this story is that sometimes real-life punishments are more effective than magical ones.

Uncategorized kategorisine gönderildi | Yorum yapın

Adını Zehra Koydum

Bir gün, çok iyi bir özel üniversitede okuyan Zehra adında genç bir kız varmış. Kız güneyliymiş, bildiğimiz aşirettenmiş. Çok tarlaları, malı mülkü varmış ama bu bile ailesinin gözünü doyurmaya yetmezmiş.

Bir gün, Zehra üniversitede okurken ailesi, onu zengin bir aşiretten gelen yaşlı, askeri kökenli bir adamla evlendirmeye karar vermiş. Kızın annesi ve babası art niyetliymiş; tek amaçları, Zehra’nın evleneceği kişinin bütün mal varlığına, tarlasına, tapusuna konmakmış.

Zehra’yı evlendirmişler ama kız o kadar saf, iyi niyetli ve başarılıymış ki… Üniversitedeki arkadaşları gezip tozarken, iyi yerlerde staj yapıp geleceklerini inşa ederken, o ailesinin zoruyla evlenmiş. Ailesinin baskısı ve kandırmacasıyla okulunu dondurmak zorunda kalmış.

Kız, arkadaşlarına imrenerek bakarmış. Ama bu da yetmemiş; her gün kocasından dayak yermiş. Zamanla bu duruma dayanamayıp hastalanmış.

Aradan iki yıl geçmiş. Arkadaşları mezun olup iyi iş imkanları kovalarken, Zehra yerinde saymakla kalmamış; her geçen gün hayatı daha da kötüye gitmiş. Sonunda, evlendiği adam boşanmak istemiş. Ama kız saf ya… Ona önceden hileyle bir şeyler imzalatmışlar. Böylece adam kendi mal varlığını korumuş, kızın ailesinin tapularını ve tarlalarını ele geçirmiş. Olmuş mu Zehra bir aile kurbanı?

Bunu duyan aile, en sonunda aşiret olarak topluca bir kadın programına çıkmış. Orada da umduklarını bulamayınca kız, başıboş kalmış. Ama bu olay Zehra’nın aklını başına getirmiş.

Daha önce dondurduğu, gidemediği üniversiteye yeniden dönmüş. Azimle okuyup sonunda kendi alanında en iyi toplum bilimcisi sosyolog olmuş. Çünkü kendisi de acıdan geçmiş. Tıpkı diğer insanlar gibi…

Acıdan geçmeyen, empati kuramayan biri; dünyada en başarılı da olsa, insanlığa nasıl fayda sağlayabilir ki bu hayatta?

Sevgiler ve selamlar

Uncategorized kategorisine gönderildi | Yorum yapın

Hayat Güçlü Olanı Sever

Merhaba değerli blog okuyucuları,

Bugün içimden bunu yazasım geldi. Size genel bir algıdan bahsedeceğim. Biz toplum olarak şöyle düşünüyoruz maalesef. Benim de bu tuzağa defalarca düştüğüm oldu.

Örneğin;

“Ben herkese iyilik yaptım. Bunu hak edecek ne yaptım?” Tarzında

Biliyorum size çok acımasızca gelecek ama hayatın size gamsız davrandığı yok. Tamtersi eski kalıpları kırmayı ögrenmemiz gerekir. O da çok sancılı oluyor maalesef. Esas amaç güçlü olmayı öğrenmektir. Siz ne kadar zorluklara meydan okursanız. O kadar gelişirsiniz. Bunun için de korkmayacaksınız. Unutmayın amaç kurban olmak değil ama kotü bir insan olmak da değil. Hayatın size ne demek istediğini iyi okuyun okuyucular. Bazen kitap okumaktan daha etkili oluyor.

Yani hayat aynı zamanda adaptasyonu sever. Zorluk karşısında zorluğa direnmeden değişmek gerekir bazen. O değişim kolay olmuyor ama yapmamız gerekir.

Yapmadığımız taktirde sanki bir eserin aynı ana fikrini farklı kurguyla, farklı aktör/aktrislerle ve farklı repliklerle yaşıyoruz. Oradan çıkmak gerekiyor. Başka bir bakış açısıyla tabi…

Bunun için de kalbimize,zihnimize ve kendimize güvenmeliyiz.

Orada bir güçĺük mü gördük? Bu durumda kendine acıyarak sanki merhamet dilenmek bir yanılgı aslında. Duygularımzı tabi ki saklamamalıyız. Ağlamak da olacak işin içinde ama çözüm de üretmeli bir yandan insan… Bir B planı bir C planı muhakkak vardır. Bir yolu vardır.

Sevgiler…

Uncategorized kategorisine gönderildi | Yorum yapın

Zamanında Önce Gelen Tren Kaza Yaptı

Saat sabahın 7.30’uydu. Her şey hazırdı. Yıllarını vererek, alın teriyle, sabırla kurduğu “kendi baharına” kavuşma vakti gelmişti. Bu kez hayat, tam da onun planladığı gibi işleyecekti. Fakat yola çıkmadan önce bulunduğu mekândan kötü ayrıldı. “Takıntılı” dediği kişiyle tartışmıştı. Üzülerek, kırılarak çıkmıştı oradan; ama vakit dar, yol uzundu. Duygularını bir kenara bırakıp istasyona doğru yola koyuldu.

Zihninde tek bir düşünce vardı: “Bu sefer her şey tam zamanında olacak.”
Hatta o kadar dakikti ki, trenine vaktinden önce yetişecekti. Kaderine varmak için kimsenin önüne geçmesine izin vermeyecekti.
Ama o istasyonda yaşanan o talihsiz an… her şeyi değiştirdi.

Treni beklerken “Takıntılı” yeniden aradı.
Yine aynı kısır döngüdeydiler. Suçlamalar, ses yükselmeleri, “ya o ya ben” diye biten cümleler… Kafası karıştı. O an karar vermek için duraksadı — oysa durmak, onun için hep tehlikeliydi. Tam o sırada trenin sesi geldi: Ta ta ta tamm…
Ve tren gözlerinin önünden uzaklaştı.
Kaçırmıştı.

Sonrası mı?
Kötüydü. Çünkü bir kez daha “o zalim”in eline kalmıştı. “Ya o ya ben” diyen sevgili, aslında onu kendi korkularına zincirliyordu. Hayalleri, emekleri, kendi elleriyle ördüğü baharı bir anda yok olmuştu. Araftaydı artık. Ne gidebiliyor, ne kalabiliyordu.

Bir süre sonra anladı ki, hâlâ aralarında bir bağ olsa da bunun adı aşk değildi. Gerçek aşk, serbest bırakırdı insanı. Bu ise bir “sevgi tuzağı”ydı.
İstasyonda öylece kaldı, kaçırdığı trenin dumanını izledi.
Ve o an fark etti: O tren, sadece bir fırsat değil, bir sınavdı.

Bir süre sessiz kaldı. Sonra derin bir nefes aldı.
“Tamam,” dedi, “O tren gittiyse, ben yenisini yaparım.”
Kollarını sıvadı. Bu kez bir yolcu değil, bir mühendis olacaktı.
Kendi trenini kendi elleriyle çizmeye başladı. Planladı, tasarladı, yaptı bozdu, yeniden yaptı.
Zaman aldı ama yılmadı. Her bir parçasına emeğini, umudunu, inancını işledi. Sonunda kendi trenini tamamladı.
Yine bir an geldi — içinden bir ses “Ya kaza yaparsa?” dedi.

Ama o bu kez korkmadı. Risk alması gerektiğini biliyordu.
Gözlerini kapadı, makinist koltuğuna oturdu.
Trenini kendi sürdü.

Yol boyunca geçmişin gölgeleri geri döndü. “Takıntılı” aradı, onu vazgeçirmeye çalıştı.
Ama bu defa dinlemedi. Derken o an bir şey gözüne çarptı:
O kaçırdığı ilk tren… meğer yolda kaza yapmıştı.
Eğer o trene binmiş olsaydı, hırsı ve kibri onu yok edecekti.

Bu gerçeği öğrenince bir süre sustu. Kalbi hafifledi.
Zaman geçti. Uzun, sessiz, ama öğretici bir yolculuktu.
Sonunda kendi yaptığı tren, onu hedefine ulaştırdı.
Vardığında gerçekten mutlu olmuştu. Sonunda istediği hayata kavuşmuştu. Ama o mutluluk daha sonra, yerini yavaşça farkındalığa bıraktı.

Anladı ki, gerçek hazine varacağı yerde değilmiş.
Asıl hazine, sahip olduğu damarlarındaki asil kanda, o treni inşa ederken kazandığı güçte, sabırda ve dönüşümdeymiş; ama bunu anlaması için bunları yaşamış olması gerekiyormuş.

Sevgiler…

Uncategorized kategorisine gönderildi | Yorum yapın

Sevgili Günlük…

Tarih: 07/08/2020

Başlık: İkilem

Bazen anne babalarımız, bizim iyiliğimizi isterken fark etmeden canımızı yakıyor olabilirler mi?

Yaralı Şifacı

Evet. Hayat boyunca bunun sancısını taşıyor insan.
Görüyor, öğreniyor:
Ayakları üzerinde dik duranlara, diğer insanlar saygı duyuyor.

Oysa onun da ayakta kalmak için verdiği çaba,
herkesi dimdik tutmaya yetecek kadar güçlü.
Hatta bazen o çaba, dik durmanın da ötesine geçiyor.

İnsanın gücü ve iradesi,
gösterdiği çabadan dolayı çabaya direnen bir sürtünme kuvveti gibi,
sarsılıyor,
yoruluyor,
O çabanın boşa gitmesine sebep oluyor,
ve sonunda o gösterilen çaba içten içe bir isyana dönüşüyor.

Dik durmayı bırak bu çaba o kişiyi yıkıyor.

Çünkü o kişi — her şeye rağmen — ailesini seviyor.
Ama bu sevginin o çabaya karşı bu bedeli var:
Kendinden vazgeçmek,
özgürlüğünü sessizce feda etmek,
ve en zor anda bile “hayır” diyememek.

Ve sonunda yıkılıyorsun kimseler duymadan…

Sevgiler…

Uncategorized kategorisine gönderildi | Yorum yapın

Dönüşüm Başlıyor

Eskiler de bilir, yeniler de… Bir gelenek haline gelmiştir bu: bir aile baskısı sürüp gider; o gül gibi hayatlar evlerin odalarında kararır gider. Duvarlar sana her şeyi anlatır ama sen o duvarların üzerine çerçeve asarsın, bir güzel kapatırsın. Hâlbuki çok şey söyleyeceği vardır sana o duvarların.

Sen o dört köşeli zindandaki sesleri dinledikçe yaran kaşınır. Başka kurtuluşun yoktur uyanmaktan başka… Uyuyamazsın orada; orası sığınak değildir, bir kapandır. Ya batacaksın o çamurda ya da lotus çiçeği gibi açacaksın. Bunun için radikal bir karar alacaksın.

Hayat işte tam burada bir dönüm noktası yaratır. Canın acır, acır, acır… Ama o acıyla dönüşürsün. Artık yeni biri olmuşsundur. Kimse seni anlamaz; ihanetlerle karşılaşırsın. İnsanlar sırtlarını birer birer döner. Bir tek sen kalmışsındır; senden başkası seni anlayamaz.

Artık güvendiğin dağlara sırtını dayayamazsın. O acıyı anlatabilmek o kadar zordur ki… Ama belki de hayat bundan sonra başlayacak. Umuda tutunmaktan başka çare yok. Haklı yere haksız düşmeye hiç gerek yok. Yeni bir gün doğacak — ama sen adım atacaksın.

Uncategorized kategorisine gönderildi | Yorum yapın

Alegorik Bir Masal

Bir büyücü, deneyimli çırağını işten çıkarmak istemiş; çünkü bu çırak, diğer deneyimsiz çalışanları sürekli aşağılıyormuş. Büyücü, bunu çırağına açıkça söylemiş.

Aradan bir süre geçmiş. Büyücü, sonradan kararını değiştirip daha adil bir çözüm bulmak istemiş. Bu kez çırağını kovmak yerine cezalandırmaya karar vermiş. Onu, aşağıladığı iş arkadaşlarının yanında boyunu küçülterek cezalandırmayı düşünmüş. Fakat sonra aklına daha etkili bir fikir gelmiş. Böylece hem çırağının cezası onun kendi egosuna karşı bir ders olacak, hem de diğer çalışanlar için adalet yerini bulacaktı.

Ancak çırak, bu yeni karardan habersizmiş.
Sonunda büyücü, herkesin önünde o meşhur lafı söylemiş:
“Kovuldun!”
Bir süre beklemiş. Çırağın, beklediği gibi kendini küçültecek bir tepki vermesini umuyormuş. Gerçekten de çırak, büyücünün tahmin ettiği gibi davranmış ve herkesin içinde bizim memleket usulü şöyle demiş:

“Abi, ne olur beni işten çıkarma. Ekmek parası abi… Bundan sonra davranışlarıma dikkat edeceğim, söz veriyorum abi.”

Büyücü, bu sözleri duyunca gönlü ferahlamış. Zaten deneyimli çırağı bu sözleriyle, kendini deneyimsiz çırakların karşısında yeterince küçültmüştü.

Uncategorized kategorisine gönderildi | Yorum yapın

Bizi biz yapan: “Kusurlarımız”

Türkiye’de çok yaygın bir durum var: Birbirini sevmeyen insanlar, karşısındakinin hatalarını bulup ortaya çıkarmaya çalışıyor. Oysa hepimiz biliyoruz ki, kusursuz ve hatasız insan yoktur. Aslında bu da bir zayıflık ve kusurdur — kendi hatalarını görmeyip başkasınınkine odaklanmak.

En güzeli ise Mevlânâ’nın sözünde geçtiği gibi davranmaktır:
“Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol.”

Karşımızdaki kişinin kusurunu kabul edip onu örtmek, olgunluk ve erdem işaretidir. Unutmayalım ki, biz başkasında kusur ararken bir gün başkası da bizde arayacaktır. O zaman öfke duygusu ağır basmamalı. Bunun yerine şu dersi çıkarmalıyız:
“Karşındaki kişinin hoşuna gitmiyorsa onun kusurunu ortaya çıkarmak, senin de hoşuna gitmeyecektir. Çünkü sen de kusurlarının açığa çıkmasını istemezsin.”

Bununla baş etmenin iki yolu vardır.
Birincisi, eğer o kusurumuzu düzeltmek elimizdeyse, onu düzeltmek için çabalamaktır.
İkincisi, en pratik ve en güzel yol ise; o an için değiştiremeyeceğimiz kusurlarımızı kabul etmektir. Onları, bizi benzersiz kılan parçalar olarak görmeli; sahiplenmeli, korumalı ve sevmeliyiz. Başkaları bizim aleyhimize kullanır diye kusurlarımızı saklamaya gerek yok. Çünkü kendimizi tüm hâlimizle kabul edip sevdiğimizde, kimsenin bizi incitmeye gücü kalmaz.

Uncategorized kategorisine gönderildi | Yorum yapın

Sosyal ve Hazırlıklı Dostluklar

Arkadan bıçaklanmalara karşı dostluklarda seçici olmak lazım. Eğer seçici değilsen bile buna hazırlıklı olmak lazım. Önce güçsüzdün, seçiciydin. Şimdi güçlüsün ve buna hazırlıklısın. Tek fark bu. Çok sosyal olmak kötü bir şey değil. İlişkilerde yüzeysel olup kendini sevdiğin sürece; samimiyetini koruyup başkasına bel bağlamadığın sürece. Unutmamalıyız her şey denge, özellikle ikili ilişkilerde.

Bazen de iğneyi kendimize çuvaldızı başkasına batırmalıyız. Ama maalesef bunu yapmakta zorlanıyoruz. “Aman ayıp olmasın” diye bir şeyi, iyi de olsa kötü de olsa, o kişinin yüzüne kırmadan söylemek yerine bize öğrete öğrete arkadan dedikodusunu yapmayı ve gizli gizli kuyusunu kazmayı öğretti bu düzen. Bundan daha ayıbı var mı?

Filozofun biri demiş ki:
“Düşman, eline kılıcını alıp karşına dikilen kişi değildir. Hançerini arkasında gizlemiş halde hemen yanı başına duran kişidir.”

Ayrıca bu filozof şunu da ekler:
“Aşırı derecede nazik davranmak, saplanmaya hazır gizli hançer gibi kendini belli eder.”

Bence bu “nazik” kelimesini “iyi” kelimesiyle değiştirmek daha doğru olur gibi sanki.

Neyse, hadi benden size mutlu, güzel ve gül kokulu günler.

Uncategorized kategorisine gönderildi | Yorum yapın

Zehirli İlişki /Poisonous Relationship/

Bir gün, bir adam varmış. Karısını çok severmiş; adeta ona taparmış. Ama bilmezmiş ki bu şirkin bedeli ağır olacakmış. Karısına kendini acındırırmış; böylece her istediğini yaptırırmış. Öyle ki adam bir şey yapacak olsa önce karısına danışırmış, karısı da onun yerine karar verirmiş. Sürekli kafasını kurcalarmış. Ama bilmezmiş ki bu, yavaş yavaş onun karakterine mal olacakmış.

Çevresindeki insanlar birer birer uzaklaşmaya başlamış. Yalnız kalmış. Böyle olunca bu sefer de kariyeri riske girmeye başlamış. Karısı onu çok sevdiğinden, sürekli pohpohlayıp onun çok değerli olduğunu ima eder; diğer insanların ise onu kullandığını söyler dururmuş. Kusursuz gibi görünen bu sevgi aslında zehirliymiş.

İş arkadaşları onu artık sevmez olmuş. Dışlamaya başlamışlar. Patronu da onu işten çıkarmış. Yaşadığı bu şeyler yetmezmiş gibi, artık hiçbir istediğini yapamaz hâle gelmiş. Depresyona girmiş adam, kendini alkole vermiş. Ruh sağlığı da elden gitmeye başlamış. Artık o çok sevdiği karısından başka hiçbir şeye sahip değilmiş.

Meğer ne kadar yanılmış… Bu ilişkiyi sonlandırması gerektiğini anlamış. Hayat ona sinyaller göndermiş. Sonunda mesajı almış; jeton geç de olsa düşmüş. Bütün karakterini ve ilişkilerini kaybettikten sonra ancak aklı başına gelmiş.

Sonra karısına yavaş yavaş mesafe koymaya başlamış. Artık hiçbir şey danışmaz olmuş. Kendi iç sesi ne isterse onu yaparmış. Kendi istediğini yaparmış. Eski çevresi gitmiş ama yeni, gerçek benliğini gören kızlı erkekli dostlarla yeni bir çevre edinmiş. Bu çevre daha hayırlıymış, maskesizmiş, sahiciymiş. Gerçekten değerini bilen insanlarla artık doluymuş hayatı.

Karısı bunu fark edince onu kıskanmış. Ayna gibi yüzüne eksiklerini vurur olmuş. Onun bu yeni hâlini kabullenemeyip boşanmak istemiş. Adam ise huzur bulmuş. Depresyondan kurtulmuş. Artık yeni bir kariyere, yeni bir hayata yelken açma zamanı gelmiş. Yepyeni bir dünya, yepyeni bir sayfa…

Bu hikâyenin içinizi huzurla doldurması temennisiyle… 🌸

Uncategorized kategorisine gönderildi | 1 Yorum